“Gönlü kırık, zavallı ve garib birini görsen, yarasına merhem ol.
Onun yoldaşı ve yardımcısı ol.”
Hazreti Türkistan Hoca Ahmed Yesevi
Doğu Türkistan, Çin devletinin yönetme iradesine sahip öz toprağı değildir. 1879’ da işgal edilmiş, 18 Kasım 1884 tarihinde ismi siyasi oldu bitti ile değiştirilmiştir(Xin- Jiang). Kadim bir Türk İslam şehri komünist Çin’in şovenist tezahürlerine maruz kalmıştır. Umumiyetle Türk’ün son yüz yılına bakıldığında kaderimizin hep bir batı veya onun taşeronluğunu yapan devletçiklerce yeniden tayin edilmeye çalışıldığı gözleniyor.
Çin devletinin Doğu Türkistan üzerinde gerçekleştirmek istediği idealinin sosyolojik nazariyede karşılığı “demografik ve etnik asimilasyon” dur. Asimile etmek: (Köken olarak Fransızcadır) Farklı kökenden gelenleri veya nüfus olarak az sayıda olan etnik grupları, kültür birikimlerini, kimliklerini baskın yapı ve doku içinde eriterek yok etme, olarak anlamlandırılır.
Nüfusu 1.5 milyarın üzerine çıkmış bir ülke için asimilasyon politikasını planladığı gibi (sistematik) uygulayabilmek, karşımıza tartışmasız bir gerçeklik olarak çıkıyor. Realitede, nüfusunun nicelik olarak “eritme gücü” dünya üzerinde hiçbir devlette Çin’in ki kadar etkili değildir.
Çin’in Türkler üzerindeki siyasi nitelikli etnisite projesi, 12 Kasım 1933’te Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla başlıyor. İşgalci Çin 1943 tarihinde baskı ile Doğu Türkistan’a giriyor. Kasım 1944’te Gulca şehrinde bu kez Doğu Türkistan Cumhuriyeti kuruluyor. Karakteri esir olmayı kaldıramayacak kadar özgür ruhlu olan Türk, devlet kurmadaki mahirliğini asırlar önce atası/ecdadı nasıl göstermişse yine öyle gösteriyor. Bu sefer dönemin komünist Rusya’sı 1949’da Çin üzerinden, Doğu Türkistan’a baskı yaptırıyor ve diplomatik yolla yeni kurulan yönetim feshedilmek zorunda bırakılıyor. Bölge toprakları Çin’in egemenliğine geçince de buraya Şincan(Sincan) “yeni toprak” adı veriliyor.
Çin’in “demografik ve etnik” asimile politikalarıyla, zulüm ve baskı yoluyla, coğrafyadan Türk ve Müslümana dair ne varsa silmek istediği çabaların doruğa ulaştığı yılar 1989’ ların sonlarına tekamül ediyor. Müslüman Türk (Uygur), Hoten ve Kaşgar şehirlerinde demokratik haklarının (üniversitede eğitim,sağlık, inanç serbestliği, anadilde eğitim vb.) geri verilmesi amacıyla gösteriler tertip ediyor. 12 Eylül 1990’da; Çin ulusal kaynaklarda geçmeyen, fakat uluslar arası medya kuruluşlarında yerini alan verilere göre 18.000(on sekiz bin) Uygur Türk kadın zorla, sistemli olarak (8 ay içinde) kısırlaştırılıyor. Yine 7 Temmuz 1995 tarihinde Ulusal Doğu Türkistan Milli Meclisi’nin basın kaynakları doğrultusunda bir Cuma namazı çıkışı, daha önceden de çok defa ölümle tehdit edilen (namaz kıldırdığı ve camiyi açtığı için) imam Çin hükümetine bağlı sivil polislerce katlediliyor. Bunun üzerine Uygur Türklerinin payına protesto, arkasından kan, gözyaşı ve sonu kimi zaman idamlarla, işkencede ölümlerle sona eren hapishane yaşantıları düşüyor. Çin hükümeti Sincan merkezli olmak üzere Doğu Türkistan bölgesini adeta açık şehir/esir kampına dönüştürmüştür. İnsani sivil toplum kuruluşlarının (uluslar arası) yaptığı araştırma- inceleme (uydu görüntüleri) sonuçlarına göre (Eastrise Media, Kasım 2017) 39 adet toplama kampı göze çarpıyor. Bu alanın kapladığı büyüklük ise kabaca 140 futbol sahası büyüklüğündedir!
Çin hükümeti, ÇKP’nin (Çin Komünist Parti) ülke siyasetinde etkin olan ırkçı politikaları sebebiyle baskı ve zulmün derecesini her geçen gün artırıyor. Yayımlanan ‘güvenlik genelgesi’ üzerine Doğu Türkistan’daki camilerin üzerine, Komünist Parti (ÇKP)’ye bağlılığı bildiren; “Partiyi sev”, “Ülkeyi sev” yazılı afişler asılarak ayet ve hadisler kaldırılıyor. Çin güvenlik konseyinin almış olduğu karar üzere, Cuma namazlarında camiye gelen memur, işçi, öğrenci vb. görevlilerin isimleri sivil polisler tarafından kaydediliyor ve bunlar takibe alınıyorlar. Bu zulme tepki koyan ve demokratik haklarının kısıtlama ve inanç özgürlüklerinin elinden alındığını söyleyen Doğu Türkistan Milli Meclisine yanıt ise Uygur sosyolojik yapısıyla uyumsuz bir hayal mahsülüdür: ‘Dinsel terörizm tehlikesi’ duyuyoruz.
Çinli kaynaklar ve diğer uluslar arası verileri kıyasladığımızda değişme olasılığı muhtemel olmakla beraber Doğu Türkistan 35 milyon nüfusa sahiptir. (Bu sayı 2014 Çin kaynaklarına göre 25 milyondur.) Nüfusun 1/3’ini “Han” Çinliler oluşturmaktadır. 2004 yılı nüfus sayımına göre (Çin verileri) bu rakam 19 milyonu bulmuştur. Aradan geçen on beş yılı da hesaba katacak olursak; nüfus dengesinin tersine çevrilmek istendiğini ve azımsanmayacak ölçüde de başarıldığını maalesef görüyoruz.
Başkent Urumçi’de 2/3 oranında köken olarak Çinli “Hanlar” yaşamaktadır. Resmi kaynaklara güven noktasında Çin hükümetinin mesafeli olmak gerektiği göz önüne alındığında bile, yukarıda bahsedilen veriler dahi “etnisite” yi oluşturma aşamasına gelindiğini işaret ediyor.
Urumçi’de etnisite oluşturma hedefine kendince ulaşmak üzere olan Çin’in yeni hedefi ise Türk tarihinin en değerli kültür ve sanat şehirlerinden biri olan Kaşgar’dır. Bu kentte hükümet, yeni yerleşim ve ticaret merkezleri kurmak bahanesiyle, yine mecliste ÇKP eliyle kamulaştırma (toplu) faaliyetleri başlatılmıştır. Çin demografik asimilasyon stratejisinin yeni bir boyut kazandığını gösterir.
Henüz sonuna gelmediğimiz bir sürecin (Çin’in Doğu Türkistan etnik siyaseti) başlangıcı ve dünya kamuoyuna yansıması ise 5 Temmuz 2009… Esasen bu toplumsal etnisite etme girişiminin (yaklaşık bir asırdır devam eden Çin zulmü) dünya medyası tarafından duyulmaya başlandığı tarih diyebiliriz. Bir oyuncak fabrikasında angarya uygulanarak çalıştırılan Uygur işçilerin iki Çinli kadına tacizde bulundukları iddiaları ile olaylar patlak verdi. Fabrikada iki Uygur Türk’ü işçi öldü. Ancak haberin asılsız (yalan haber) olduğu bilgisi çok geçmeden medya kaynaklarına düştü. Suçsuz soydaşlarının katledilmesini protesto etmek isteyen binlerce Uygur, Kazak, Kırgız ve diğer Türk soylular şehir meydanına toplandılar. Çoğunluğunu üniversite öğrencilerinin oluşturduğu grup sözde “otoriteye isyan” , “Çin faşizmine başkaldırı” algılarıyla güvenlik güçleri tarafından inanılmaz bir orantısız güce tabi tutuldular. Urumçi’den yabancı basın kaynakları çıkarıldıktan sonra zırhlı araçlar meydanda bulunan insanların üzerine sürüldü. Gösterilere çok sert yöntemlerle müdahale edildi. Aynı anlarda uydu alıcılarının sinyalleri kapatıldı, kentin interneti kesildi. Adeta Urumçi ve “Türkler” katliama hazır hale getirilmişti.
Uluslar arası haber ajanslarına Avrupa’da yaşayan yakınları vasıtasıyla bilgi verme imkanı bulanlar oluyordu. Fransa’da yaşayan bir Uygur akademisyen “Euronews’e ” verdiği mülakatta Urumçi’deki gösteriler sırasında gözaltına alınanlardan bazılarının kurşuna dizildiğini, bazılarının da kurşuna dizildiğini, idam edilenlerin olduğunu söylüyordu. Dönemin Doğu Türkistan Milli Meclisi Başkanı Seyit Tümtürk, “Bu bir katliamdır. Entelektüel ve öğrenci Uygurlar başta olmak üzere binlerce insanımız öldürülmüştür.” açıklamasını yapıyordu. Uluslar arası bağımsız gözlemciler tarafından mutlaka araştırılması gereken bir “toplumsal linç” söz konusuydu. Çin güvenlik güçleri üç gün boyunca (5-6-7 Temmuz ) güç kullanmaya devam etti. Aralarında sivil giyimli polislerin de olduğu halk Uygur dükkanlarını, evlerini, iş yerlerini adeta yakıp yıktı. Demokratik hak talebi ve en doğal hakkı olan “protesto” yöntemini kullanan soydaşlarımız “otoriteye isyan” ve “İslami terörizm” yalanlarıyla katledildiler. Sokaklarda yaralı kalanlar ise sorgusuz sualsiz, kamyonlara doldurularak şehir dışına bırakıldılar. Birçok aile sosyolojik, psikolojik anlamda parçalandı. Öğrenciler okudukları okullardan atıldılar.İşçiler fabrikalardan çıkartıldı. Camilerin kapısına kilit vuruldu. Doğu Türkistan ruhunu yaşamak ve yaşatmak amacıyla kurulan bütün dernek ve vakıflara el konuldu. Velhasılı bir milletin eli, ayağı, kolu kesildi; tüm dünya dünya kör, sağır, dilsiz kaldı!
Geçtiğimiz Cuma günü katliamın yıl dönümüydü. Ölenlerimizin ruhlarına rahmet okuyup, içimizde hüzün yarları açmaktan başka ne yapabiliyoruz? Endişelerimiz vardır, duyduğumuz kaygılar kan kardeşliğimizden mütevellittir. Hesap sorulacak bir mecra ve yöntem aramaktayız. Öncelikle bürokratik yollarla.
Müslüman olarak doğup, yaşayıp öyle de ölmek isteyen kardeşlerimizin feryadı ciğerlerimizi yakmaktadır. Adına “Türk” diyorlar. Onlar ise, bizden ses bekliyor. Her şey için geç olmadan. Trenin ayrı vagonları gibi… Uygur parça parça bölünmeden… Çok daha sessiz olmadan Doğu Türkistan, ses olalım Türk’e… Türk için… Türklük için…
Kanaat etmek gerekir ki tarihi serencam içinde derin bir konu (muhteva) arz ediyorum, bu yazımla. Bu sebepten nicesel derinlik, yazımın sınırlarına sığmayacak türdendir. Yine de duygu ve birikimlerimi; kalemimi hiçbir zümreye-siyasi yapı ve oluşuma kiralamadan, Müslüman Türk için ele alıp da ortaya bir “Türkistan” metni çıkarmanın bahtiyarlığını yaşıyorum, diyebilirim.
“Biz güneşin milletiyiz,
Gün doğdukça doğacağız,
Kainat bizim evimiz,
Her yanını saracağız…”
Hakan Beşir
KAYNAKLAR
- http:// http://www.euronews.com.tr – Mustafa Bağ – Çin’in Urumçi’de barışçıl gösterilere müdahalesinin 10.yıl dönümü
- Twitter: @uygurhaber , @Ozgur1Turkistan
- http:// http://www.listelist.com – Veysel DİNÇER – 22 Maddede Doğu Türkistan Gerçeği: Şiddetin Tarihçesi
- Hayati Bice , Doğu Türkistan’da Demografik Asimilasyon, 2013
- Prof.Dr.Hüseyin KARADAĞ, Türkistan’da Örtülü Çin Nüfus Yayılmacılığı, Gökbayrak Dergisi.
Yazı kaynağı: http://misakizafer.com/2019/07/11/turkun-sessiz-cigligi-dogu-turkistan/
Doğu Türkistan’da yakalanma korkusuyla harabe bir binada Kur’an öğrenmeye çalışan Uygur çocuk fotoğrafını hatırlıyorum, Allah bir şeyler yapabilmeyi nasip etsin