Edebiyat, tarih, coğrafya dersleri okutmakla güdülen gayelerden birisi de, gençlere, millet ve yurt sevgisi aşılamaktır. Bu işin hiç yalan söylemeden, gerçekleri değiştirmeden yapılması gerektir. Çünkü yalancılık üzerine kurulmuş yurtseverlik olamayacağı gibi, gerçeklerin değiştirilmesinden de hiç bir erdem doğmaz. Çocuklar, kendi edebiyatlarını ve tarihlerini okurlarken düşünürler, muhakeme yaparlar, sevinirler, kızarlar, beğenirler, tenkit ederler; fakat sonunda bütün zaferler ve bozgunları ile iyi ve kara günleri ile Türk tarihi, Türk kültürü, Türklük sevgisi gönüllerinde yer eder. Hattâ bazan bütün o okunan cilt cilt kitaplardan, akıllarda hiç bir şey kalmasa da gönüllerde bir millî sevgi ve inanç kalır ki, istenilen ve beklenilen de, esasen, odur.
Bir milletin çocukları, o milletin iyi oğulları ve kızları olabilmek için hem millî sevgi, hem de millî kin ile yetişmelidirler. Her milletin tarihî düşmanları vardır. Bir milletin çocukları kendi soylarına kötülük etmiş olanları bağışlayarak büyürse, onlara karşı hiç bir öç duygusu beslemezse yahut kendine hizmet edenleri tanımaz da onları inkâr ederse, o millet yaşama hakkını kaybeder.
Osmanlı sultanları hakkındaki yersiz iddiaların okul kitaplarına kadar girmesi, işte bu tehlikenin delillerinden birisidir. Ali Canip Yöntem’in, liselerin dokuzuncu sınıflarında okutulan “Edebiyat” adlı kitabında bir kayıt, bunlardan birisidir.
Bu kitabın 1937 basımının “Siyâsî Tanzimat” bölümünün 185. sayfasında şöyle bir satır var: “… O aralık Abdülmecid tahta geçmişti. Bu, her Osmanlı pâdişâhı gibi gafil ve bîçâre bir adamdı…” (1) Ali Canip Yöntem, câhil zamane dalkavuklarından birisi bulunsaydı, bu sözün belki o kadar ehemmiyeti olmazdı. “uursuz maskaranın biri bir hezeyan savurmuş!” der geçerdik. Fakat bu hüküm, Ali Canip gibi vatansever, hattâ biraz Türkçü bir edebiyat öğretmeninin, Ömer Seyfeddin ile arkadaşlık etmiş, dilin sadeleşmesi hareketlerine karışmış, tarihini iyi bilen bir aydının kaleminden çıkınca, iş değişmektedir.
Demek, bütün Osmanlı pâdişâhları gafil ve bîçâre! Demek, Türk ordularını zaferden zafere koşturan, Türklüğü ve Müslümanlığı bütün Avrupa’ya karşı savunanların başında bulunan, yurdun her yerini bilim ve sanat eserleriyle dolduran bu insanların arasında bir tanecik bile değerli insan yok, öyle mi? Bu gaziler ve şehitler ocağına savrulan bu suçlama, vicdanlar için ne ağırdır! Osmanlı ocağında bir iki tane çılgın, bir iki tane iktidarsız insan çıkmakla, onların hepsini birden çürütmeye kalkışmak hangi mantığın işidir? Böyle bir suçlama yapmakla, bir kitabın yanlış bir cümlesine bakıp bütün kitabı çürütmek arasında ne fark olur?
Bunların üzülerek kaydettikten sonra, Osmanlı pâdişâhları hakkında tarih yönünden verilmesi gerekli hükme geçiyorum:
Sultan Öyüğü’nde Rumları yenen, Karaca hisar’ı kuşatan ve Söğüt’ü alan Ertuğrul Gaziyi bırakıyorum. O, resmen pâdişâh sayılmadığı için Ali Canip Yöntem’in hakaret huzmeleri ona kadar erişememiştir. Onun için söze Osman Gazi ile başlıyorum.
Burada, Osmanlı pâdişâhlarının katıldıkları veya doğrudan doğruya tesirleri bulunan olayları ele alacağım. Bu yazı bir tarih incelemesi olmadığı için de belki bazı eksiklerim ve yanlışlarım bulunacak, Osmanlı pâdişâhlarının büyüklüklerine ait olan eksiklerimi Ali Canip Yöntem’ e bağışlıyorum. Yanlışlarımı da, tarih bilenler, bana bağışlasın.
Osman Gazi: 1284 te 70 kişiyle İnegöl zaptına giderken Rumların pususuna düştü, fakat bozulmadı. Bu çarpışmada yeğeni Baykara şehit düştü. Sonra 300 kişiyle Kocahisar (veya Kulacahisar)ı basıp aldı. Bir müddet sonra Rumlarla Büyük Eğizce Savaşı’nı yapıp kazandı. Bunda da kardeşi Sarubatı Savcı Beği şehit verdi. Sonra İnegöl’ü zapt etti. 1291 de MudurnuGöynük seferini yaparak Rumları kılıçtan geçirdi. Kaldırık Derbendi’ndeki savaşta Rumları bozup Bilecik ve Yarhisar’ı aldı. 1299 da Yalova’da Rumları bozguna uğrattı. 1301 de Koyunhisarı önünde üstün bir Rum ordusunu yendi. Bu savaşta kardeşi Gündüz Beğ ve Gündüz Beğ’in oğlu Aydoğdu şehit düştüler. 1308 de Koçhisar’ı, 1313 te Akhisar’ı aldı. Geyve tekfurunu de bozup kaçırdı. Bütün hayatında adaleti ve iyi tedbiriyle Anadolu tımarlılarını çevresine topladı. Düşmanlarından pek çok ganîmet aldı. Fakat öldüğü zaman hiçbir şeyi çıkmadı. Acaba, Osman Gazi, bunun için mi gafîl olmaktadır?
Orhan Gazi: Daha babasının son yıllarında devlet işlerinin fiilî olarak başına geçmişti. 1327 den 1337 ye kadar on yıl çarpışarak, yâni ok ve kılıç kullanarak, yâni kendini ölümün kucağına atarak Aydos, İzmit, Hereke, İznik, Taraklı, Gemlik kalelerini Rumlardan aldı ve bir Türk beğliği olan Karasi’yi kendi ülkesine ekleyerek Anadolu’da Türk birliğine doğru kuvvetli bir adım attı. 1338 de oğlu kahraman Süleyman Paşayı Rumeli’ye göndererek Gelibolu, Bolayır, Malkara, İpsala ve Tekirdağ’ını zapt ettirdi. Acaba, bu işleri yaptığı için mi Orhan Gazi de gafîl ve biçâre oldu?
Gazi Murad Beğ: Anadolu Türk birliği için bir adım daha atarak Ankara’yı kendi ülkesine ekledi. Sonra 1363 te Çorlu, Lüleburgaz ve Edirne’yi, daha sonra Niş kalesini aldı. 1382 de Germiyan Beğliğinin bir kısmını Osmanlı ülkesine ekledi. 1389 da ise şanlı Kosova Meydan Savaşı’nı kazandıktan sonra şehit düştü. Memlekette kuvvetli bir teşkilat ile birlikte yeniçeriliği de I. Murad kurmuştu. Buna göre, hangi hareketinden dolayı gafil ve niçin bîçâre idi?
Yıldırım Bayazıd: Ortaçağın bu büyük adamı, Kosova’nın kazanılmasında en büyük rol oynayanlardan biridir. Anadolu’daki Türk beğliklerinin hemen hepsini Osmanlı ülkesine ekleyerek Anadolu’da Türk birliğini kurdu. İstanbul’u kuşattı. 1396 da birleşik Avrupa ordularını Niğbolu’da darmadağın ederek tarihimize altın bir yaprak yazdı. 1402 de Ankara Savaşı’nda da nasıl kahramanlıklar gösterdiği ve tutsaklığa katlanamadığı için intihar ettiği de malûmdur. Acaba, bu dünyada kadınlarla cümbüş edip şarap içmek dururken, tatlı canına kıydığı için mi gafil sayıldı? Kahraman Yıldırım’ın, her biri az veya çok padişahlık etmiş, olan oğullarından hepsi de (Süleyman, Mehmed, Mûsâ, Mustafa, İsa) birer kahramandı. Kahraman Süleyman Çelebi, şâirleri çok sever, korurdu. Musa Çelebi ise koyu bir gâvur düşmanı ve durmadan onlarla çarpışan bir kahramandı. Mehmed Çelebiye gelince; hem bir artist kadar yakışıklı, hem de pehlivan ve nişancı bir kahramandı. 24 savaşa girip kırka yakın yara almış ve bu yaralar yüzünden erken ölmüştü.
II. Murad: İstanbul’u kuşattı. Aksak Temirle yapılan çarpışmadan sonra bozulmuş olan Anadolu Türk birliğini kısmen yeniden kurdu. 1429 da Selanik’i aldı. 1444’te Varna, 1448’de İkinci Kosova meydan savaşlarını kazandı. Şâirdi. Şiirleri, XI. Yüzyılda yazılmış olmasına rağmen XX. Yüzyılda yazılmış şiirlerin birçoğundan daha güzeldir. Musikiyi çok severdi. Saltanat sürmek düşüncesinden bile uzaktı. Acaba, eline geçmiş olan sultanlığı oğluna bırakarak çekildiği için mi gafil ve bîçâre idi?
Fâtih: Fâtih hakkında ben ne yazayım? O, kendi kendisi zaten tarihe yazmış. Bir tek Ali Canip değil, bütün insanlık Ali Cânip’lerden ibaret olup onu inkâr etse bile, o, yine vardır ve büyüktür. Ali Canip Yöntemin, Karacaahmet mezarlığından tek başına geçemediği yaşlarda, O, ülkeler ve devletler yıkıp topraklarını Türk ülkesine katıyordu. Bir gün onun heykellerini dikeceğimiz muhakkaktır. Ona heykeller de azdır. İstanbul’a onun adını verip meselâ “Fâtih kent” desek yine azdır. Ona, Türk sanatının, Türk dehâsının eşsiz bir eseri olacak büyük bir heykel mutlaka dikmeliyiz. Ne lazımsa; altın mı, gümüş mü, granit mi, her ne gerekiyorsa bulup, ulu bir heykel dikmeliyiz. Fâtih, bütün ataları dedeleri, büyük amcaları gibi Belgrat savaşında yaralanmış bir gazi idi. Şâir, bilgin ve yasacı idi. Acaba neden gafîl ve bîçâre oluyor? Nefsine uyarak, yenilmiş Bizans’ta bir kumandan kızına gösterdiği muameleden mi? Ne yapalım? Yapmasa elbette daha iyi olurdu ama nihayet bunu yirmi yaşlarında iken ve bir düşmana karşı yapıyordu. Kendi kumandanlarının kızlarına ve evdeşlerine saldırmıyordu ya.
II. Bayazıd: Fâtih’in oğulları olan II. Bayazıd ve Cem de gafil ve bîçâre değillerdi. İkisi de şâir ve kahramandılar. II. Bayazıd, Fâtih ile Yavuz arasında sönük kalıyorsa da, gerçekten, bir tarihçinin dediği gibi, hiçbir davranışında lüzumsuz veya eksik bir nokta olmayan şuurlu bir pâdişâhtı.
Yavuz: Yavuza gelince; bilmem ki gafil ve bîçâre sıfatlarına onun kadar yakışmayacak insan bulunabilir mi? İki dilde şâir, tuttuğunu koparır, dünyayı bir pâdişâha dar görür, kahraman, o bilginler dostu arslan da gafil ve bîçâre ise, acaba, öteki insanlar nedir? 1514 teki Çaldıran, 1516 daki Mercidâbık meydan savaşlarını kazanan ve çelik iradesiyle devleti bölünmek tehlikesinden kurtaran Yavuz, belki de, Türkiye tarihinin Alp Arslan ile birlikte en büyük şahsiyetidir. Kemalpaşaoğlu’nun dediği gibi ölümüne hem kılıç, hem de kalem ağlamıştır.
Kânunî Süleyman: Koca Yavuz’un oğlu Koca Süleyman’a, yasacı Süleyman’a, gelince; 13 savaşa katılan bu, Belgrat, Rodos, Budin, Tebriz ve Bağdat fâtihine, Mohaç’ın şanlı kahramanına, Barbaros’un, Turgut’un, Sinan’ın ve Bâki’nin pâdişâhına, bu şâir cihan imparatoruna, insan nasıl gafil ve bîçâre der? Bir insanın herhangi bir hareketi, bir iki yüzyıl sonra kötü sonuç verdi diye, o insana gafil demek, gafletten başka nedir? Dâhi denilen nice kimseler vardır ki, 15 yıl sonrasını görememişlerdir. Başka milletler, kendi çocuklarına büyüklük ve kahramanlık örnekleri vermek için gerçekleri değiştirmekten çekinmeyerek, şöyle böyle kırallarını bile büyük kimselermiş gibi gösterirken, bizim kendi kahramanlarımızı küçültmeye kalkmamız, vatanseverliğe indirilmiş ağır bir baltadır. İnsanlar, çevrelerinde ne kadar çok kahraman örneği görürlerse, yiğit yetişme ihtimalleri o kadar artar. Tarihî kahramanları silmekle bir millet silmek arasında fark yoktur.
II. Selim: Hiçbir savaşa girmedi. Şâir ve ayyaştı. Anası Rus olduğu için sevilmeyen bu hükümdarın, büyük bir tarafı yoktur. Zamanında Yemen, Kıbrıs, Tunus alınmış olmakla beraber, kendisinin hiçbir enerjisi görülmemiştir. Bununla beraber, devlet idaresini ehillerinin eline bırakmakla gafil olmadığını göstermiştir.
III. Murad: Devlet işlerine pek karışmazdı. Kadınlara pek düşkündü. Fakat gafil ve bîçâre denecek bir hâlini tarih kaydetmiyor.
III. Mehmed: Babası ve dedesi gibi rehâvetli değildi. Savaşa çıkarak 1597 de Eğri’yi fethetmiş ve Haçova Meydan Savaşı’nda Almanları bozguna uğratmıştır. Kusuru, anasını devlet işlerine karıştırmasıdır.
I. Ahmed: Şâirdi. Çok dindar ve merhametli idi. 27 yaşında ölmüştür. Saltanatta veraset usulünü değiştirmesi ve şehzade idamlarına engel oluşu insanî bakımdan iyi bir hareketti. Fakat bu hareket, netice bakımından devletin aleyhine oldu. Devletin başına genç hükümdarlar yerine yaşlıların gelişi, herhalde hayırlı olmamıştır.
I. Mustafa: Ali Canip Yöntem’in sözlerine uygun düşer. Fakat hastaydı. Bir hastadan, normal insanlardan istenen şeyler beklenemez.
Genç Osman: II. Osman; eski Osmanlı pâdişâhları gibi büyük yaratılışta bir kahramandı. 14 yaşında tahta çıktı. 17 yaşında Lehistan seferine yöneldi. Yeniçerilerin bozukluğunu ilk defa gören odur. Meyhaneleri kapatmış, aylık ve ikramiyeleri azaltmış, yâni devleti sert bir elle tutmaya başlamıştı. Bozulmuş devşirmelerin fesadı ile daha 18 yaşında iken şehit edilmeseydi, muhakkaktır ki, devleti en şanlı derecesine çıkaracaktı.
IV. Murad: Yavuz’un küçük bir kopyasıdır. O da 14 yaşında pâdişâh olmuştu. 23 yaşında devleti eline aldığı zaman nasıl bir demir adam olduğunu herkese gösterdi. 1636 da Revan’ı, 1630 da Bağdat’ı zapt etti. Osmanlı pâdişâhlarının çoğu gibi o da pehlivandı. Rakı ve tütün içenleri idam ederdi. Fakat rind ve şâirdi. 31 yaşında ölümü devletimiz için acı bir kayıp olmuştur.
İbrahim: Çok hamiyetli, yurtsever, sessiz bir insandı. Pâdişâh olduktan biraz sonra başlayan ve bir türlü tedavi edilemeyen daimî bir baş ağrısı, sonunda sinirlerini bozmuş, onu Cinci Hocaya muhtaç bir hâle getirmiş ve davranışlarında hiçbir disiplin kalmamıştır. Eğer, o sırada başka bir şehzade olsaydı herhalde pâdişâh yapılır ve Sultan İbrahim 9 yıl tahtta kalmazdı.
Avcı Mehmed: Sultan İbrahim’in oğlu Avcı Mehmed’in 7 yaşında tahta çıkarılması devletin bir hasta tarafından idare edilmek felâketini önlemiştir. IV. Mehmed, büyük bir pâdişâh değildi. Osmanlı İmparatorluğunun o zamanki dağdağalı hayatı onu her şeyden bezdirmiştir. Fakat çok şefkatli ve ilim sever bir adamdı. Meşhur tarihçi Müneccimbaşı’yı korumuş olması, herhalde, gaflet eseri değildi. II. Süleyman ve II. Ahmed: 58 yaşında tahta çıkan ve 8 yıl padişahlık eden II. Süleyman ile 49 yaşında hükümdar olup 4 yıl bu mevkide kalan. II Ahmed’in devirleri, devletimizin en karışık zamanlarına rastladığı ve ikisi de çok kısa bir müddet saltanat sürdükleri için leh ve aleyhlerinde bir söz söylemek kolay değildir.
II. Mustafa: 10 yıl tahtta kalan II. Mustafa, 22 yaşında pâdişâh olmuştu. Atalarının meziyetlerine sahipti. Üç defa sefere çıkıp ikisini kazanmıştır. Înce zevkli, zeki ve hoş sözlü idi. Askerî bir isyan üzerine tahttan çekilip padişahlığı kardeşi III. Ahmed’e bıraktığı zaman, ona çok kardeşçe ve akıllıcı öğütler vermiş ve kardeşini tahta kendisi çıkarmıştır.
III. Ahmed: Sefere çıkmadı. Fakat onun zamanı edebî ve ilmî bir kalkınma çağıdır. Arapça ve Farsçadan Türkçeye bir takım değerli kitapları çevirmek için heyetler kurulması, matbaanın Türkiye’ye girişi, siyâsetteki metin istikrar III. Ahmed’in işidir. Kahraman olmayışı bir eksikliktir. Fakat meziyetleri de inkâr edilemez.
I. Mahmud: Doğru görüşlülüğü ile devletin şanını yükseltenlerdendir. Kahramanlıktan çok ilme ehemmiyet verirdi. Yalnız İstanbul’da 4 kütüphane açmıştır.
III. Osman: İhtiyarken pâdişâh olmuş ve 3 yıl tahtta kalmıştır. Parlak bir şahsiyet değildi. Fakat sefahat ve ahlâksızlığın önüne geçmek için aldığı tedbirler, gafîl değil, düşünceli olduğunu gösteriyor.
III. Mustafa: Frederik’in meziyetlerini almış ve onunla ittifaka çalışmış uyanık bir pâdişâhtı. Avrupa’nın teknikçe bizden ileri olduğunu biliyor ve o tekniği memlekete sokmaya çalışıyordu. Zamanında, ilk defa görülen büyük askerî bozgunlar yüzünden duyduğu üzüntü ölümüne sebep olmuştur.
I. Abdülhamid: 50 yaşında pâdişâh olmuştu. Kaynarca Barışı gibi, o zamana kadar devletin görmediği bir barış kendi zamanında imzalandığı için talihsizdi. Kırım’ı kurtarmak ve Kaynarca’nın öcünü almak için devleti hazırlamış ve savaşa girmişse de, düşman ikileşince başarı kazanamamış ve Moskoflar zapt ettikleri Özi kalesinde bütün ahâliyi kılıçtan geçirince, 65 yaşında olan pâdişâh bu haberi aldığı an bir ah çekerek inme ile ölmüştür. I. Abdülhamid, askerî ıslahat yapmış ve Avrupa tekniğini kısmen memlekete sokmuştu. Hamiyetli bir imparator ve Rûhşâh adındaki kıza olan büyük sevgisiyle romantik bir âşıktı. Hayatı ve hareketleri ve hele ölümü gafil olmadığını gösteriyor.
III. Selim: III. Selim’e asla gafil denemez. O, büyük ve çok merhametli bir yaratılıştı. Yaş Barışı gibi felâketli bir barış zamanında imzalanmış, fakat o, devleti kurtarmak için sistemle çalışmaktan usanmamıştır. Yeniliği yurda yavaş yavaş sokmak istiyordu ve bunda haklıydı. Yalnız Selimiye Kışlası gibi büyük ve sağlam bir yapı bile onun yüce himmetine delildir. Musikişinas idi. Padişahlıktan çekildikten sonra birtakım alçak Arnavutlar, öldürmek için odasına saldırdıkları zaman ney çalıyordu. Kılıçlara karşı bir zaman kendini bu hazîn ney ile kahramanca, bir Osmanlı pâdişâhı gibi savundu. III. Selim, işini başarmadan öldü. Fakat başaracak II. Mahmud kendisinden ders almıştı.
IV. Mustafa: Bir yıl kadar sultanlık ettiği için ehemmiyeti yoktur.
II. Mahmud: Osmanlı pâdişâhlarınn en büyüklerindendir. 23 yaşında pâdişâh olmuştu. Tepedelenli Ali gibi edepsizleri ve yeniçeri ocağı gibi bir bozgunculuk yuvasını kahretmesi ve bugünkü Türk ordusunun temelini atması büyüklüğünü gösterir. Bütün teşebbüslerine ve iyi niyetine rağmen birçok felâketlerle karşılaşması, tarihin ve talihin II. Mahmud’a karşı haksızlığıdır. O, batı medeniyetini şuurlu bir surette almak, fakat milliyetimizden hiçbir şey kaybetmemek istiyordu. Türkiye’ye gazeteyi II. Mahmud sokmuştur. Bununla, halkın fikrini açmaktan başka bir gaye gütmüyordu. Yani yaptığı işleri taklit düşüncesiyle değil, memlekete yararlı olmak için yapıyordu.
Sultan Abdülmecid: Abdülmecid de gafil ve bîçare değildi. Birçok okullar onun zamanında açıldı. Ve nihayet, yüzyıllarca hep birkaç düşmana karşı tek başına dövüşmekte olan Türkiye, ilk defa onun çağında Avrupa da müttefikler bularak tarihî düşman Moskof’a bir sille daha atmak imkânını elde etti. Bütün ömrünce adam seçmesini ve seçtiklerinin sözünü dinlemesini bildi.
Sultan Aziz: Zamanında devlet, Avrupa’nın büyük devletlerindendi. İlk kız okulu onun zamanında açıldı. Darülfünun, Hukuk, Mülkiye onun zamanında kuruldu. Kendisi de pehlivan olan Abdülâziz, millî sporumuz olar güreşi teşvik etti ve korudu. Rusya’ya karşı büyük bir savaş hazırlıyordu. Bunun için büyük bir donanma kurmuştu. Kırım’ı kurtarmak istiyordu. Büyük himmetli hakandı. En büyük kusuru devleti çok borca sokmasıydı.
V. Murad: Sinirleri zayıf olan V. Murad, tahtta pek az kaldı. Hakkında bir şey söylenemez.
II. Abdülhamid: Söylendiği ve yazıldığı gibi kötü bir hükümdar değil, aksine büyük ve dahî bir imparatordur. Onun hakkında, henüz, bütün belgeleri gözden geçirerek hazırlanmış tarafsız bir inceleme yapılmamıştır. 1908 Meşrutiyetinden beri “vur abalıya!” kabilinden, aleyhine söyleyip yazmak moda olduğundan, Abdülhamid’in görülmedik derecede fena, kan dökücü bir pâdişâh olduğu inancı uyanmışsa da, bu, tamamen yanlıştır.
VI. Mehmed: Osmanlı pâdişâhlarının en talihsizidir. Bu yüzden kendisine hâin damgası vurulmuştur. Fakat hâin değil, bütün Osmanlı pâdişâhları gibi vatanseverdir. Veliaht iken Almanya’ya gittiği zaman, batı cephesinde ateş hattı siperlerini gezmiş, herhangi bir umulmadık tehlikeye karşı başını eğmesi söylendiği zaman: “Türk başı düşman karşısında eğilmez!” cevabını vermiştir. Zekî ve otoriter bir pâdişâhtı. İttihatçılardan nefret ediyordu. Fakat Talât Paşayı çok beğenirdi. “Talât Paşa, o zümre ile lekelenmiş olmasaydı bu devleti kurtarabilirdik” demiştir.