Çevre Hukuku’nda Katılım İlkesi Nedir?

Çevre hukukunun dayandığı diğer bir ilke olan katılım ilkesi, bireylerin çevresel yönetim sürecinde rol oynamaları, etkide bulunmaları ve böylece kendi yaşamlarını şekillendirecek bu süreci yönlendirmelerini öngörmektedir. Katılım, çevresel kararların demokratik meşruiyetini ve etkililiğini artırmanın yanı sıra, halka idari kararların alınması ve yürütülmesi sürecinde denetleme imkânı sağlamakta, devlet idaresinde şeffaflığı artırmakta, ayrıca ilgili idari birime kararlarına temel oluşturacak sağlam bilgilere erişme olanağı sağlamakta ve idari kararların yerel koşulların da göz önünde bulundurularak alınmasını sağlamaktadır.

Katılım geniş anlamıyla bireylerin çevresel yönetim sürecinde rol oynamaları, etkide bulunmaları ve böylelikle kendi yaşamlarını şekillendirecek bu süreci yönlendirmeleri olarak da tanımlanabilir. Yönetim sürecine katılma, “karar alma” ve “uygulama” aşamalarında gerçekleşir. Çevre hukukunun amacı ve önleyicilik açısından asıl önemli olan ilk aşamadır. Bunun yanından uygulama aşamasındaki katılmaya, sadece hizmet alınan kararlara göre ifasından ibaret olmayıp; başvuru yoluyla idareyi ve yargıyı yönlendirme de buna dâhildir.

Bunlar birbiriyle bağlantılı süreçlerdir. Katılım karar alma sürecinde gerçekleşmiş ve yasal metinlere bu yönde etki edilmişse; uygulama aşamasında pek de sorunla karşılaşılmayacaktır. Buna karşın ilk aşamada katılım çeşitli nedenlerle sağlanamamış ya da alınan görüşler kararlara gereği gibi yansıtılamamışsa, bireylerin bu kararlara karşı idari ve yargısal başvuru yollarına başvurması kaçınılmaz hale gelecektir. Katılım ilkesini diğer ilkelerden ayıran temel özellik, bunun sadece ilke şeklinde değil, doğrudan doğruya bir hak olarak (çevre hakkının gerçekleştirilmesindeki usuli haklardan birisi) düzenlenmesinden kaynaklanmaktadır.

İlkeye ilişkin ilk ipuçları Stockholm Bildirgesinde karşımıza çıkmaktayken (bu bildirgede çevrenin şimdiki ve gelecek kuşaklar için savunulmasında yurttaş ve toplulukların rolüne ve bunlar tarafından kullanılacak olanaklara vurgu yapılmıştır), ilke açısından en önemli Uluslararası metin 2001 yılında yürürlüğe girmiş bulunan Aarhaus Sözleşmesidir. Bu sözleşmede katılım, bilgi edinme ve yargıya başvuru hakları düzenlenmiştir. Ülkemiz bu antlaşmaya henüz taraf değildir. ÇED Yönetmeliği, halkın katılımına ilişkin ayrıntılı hükümlere yer veren ulusal bir düzenlemedir. Katılım ilkesinin hayata geçirilmesinin önkoşulu bilgi ve belge edinme hakkının kabulüdür.

Katılımın gerçekleştirilebilmesi bu hakkı kullanacakların, katılacakları faaliyet veya konulardan haberdar olmalarına bağlıdır. Bu da ilgili belge ve bilgilere sahip kesimlerin bunları açıklaması, göstermesi ve/veya vermesi ile mümkün olabilecektir. İşte bu açıklama-gösterme-vermenin, bunlara sahip kesimlerin tercihine bırakılmayıp, talep edilme durumunda zorunlu kılınması buna ilişkin bir hakkın tanınmasıyla sağlanmıştır. Nitekim bu yüzden, katılım ilkesine yer veren metinlerin hemen hepsinde aynı zamanda bilgi ve belgelere nasıl ulaşılacağı da belirtilmiştir. Bu bağlamda ülkemiz bakımından önem arz eden önemli bir düzenleme 2004 yılında yürürlüğe giren Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’dur. Katılım ilkesinin çevre politikası ve hukukunun diğer ilkeleriyle bazı kavram ve araçlarının uygulanmasındaki katkıları büyüktür. Bunda katılımın diğer ilkelerden farklı olarak sadece bir ilke değil aynı zamanda bir hak olmasının da payı vardır.

Katılım geniş anlamıyla, bireylerin çevresel yönetim sürecinde rol oynamaları, etkide bulunmaları ve böylelikle kendi yaşamlarını şekillendirecek bu süreci yönlendirmeleri demektir. Katılımın ön koşulu bilgi ve belge edinme hakkıdır. Katılımın gerçekleştirilebilmesi bu hakkı kullanacakların katılacakları faaliyet ve konulardan haberdar olmalarına bağlıdır. Bu da ilgili bilgi ve belgelerin açıklanması ve bilgi ve belgelerin açıklanmasının tercihe bırakılmayıp talep edilme durumunda zorunlu kılınmasıyla mümkündür. Bireylere ve halka sunulacak bilgi ve belgelerin tam ve anlaşılabilir olması son derece önemlidir. Aynı şekilde bunların zamanında, yani henüz bağlayıcı kararlar alınmadan ve alternatiflerin dikkate Alınabileceği bir aşamada ve katılacakların değerlendirme yaparak fikirlerini oluşturmalarına olanak tanıyacak şekilde sağlanması da katılımın işlevsel olması için zorunludur.

Çevre hukuku bağlamında en temel katılım türlerini, çevresel karar alma sürecine katılım, kararların yerine getirilmesine katılım, idari başvuru ve yargısal başvuru olarak sıralayabiliriz. Çevre hukuku alanındaki birçok kavramda olduğu gibi, katılım olanaklarının kullanılmasında da etkinliğin sağlamadığı bir gerçektir. Etkinliğin sağlanabilmesi için iki temel koşul öne çıkmaktadır. Bunlarda ilki, demokratik ortamdır. İşlevsel bir katılım için düşünceyi açıklama, toplantı, gösteri ve örgütlenme başta olmak üzere, bütün hak ve özgürlüklerin tamamen sağlanması zorunludur. Katılım ilkesinin etkili bir şekilde hayat bulması için bir diğer önemli koşul eğitimdir. Burada söz konusu olan çevre eğitimi olup çevre eğitiminde ise asıl 7 olan teknik-ekolojik bilgi ve gerçeklerin yanı sıra çevre sorunlarının toplumun diğer sorunlarından bağımsız olmadığını, bunların ortaya çıkması ve halledilmesinde insanların rolünün ve yerine getirmek zorunda oldukları işlevleri ortaya koymaktır. Türk çevre politikası ve hukukunda katılım ilkesinin yerine baktığımızda; yurttaşların yönetim sürecindeki rolünün kendilerini temsil edecekleri seçmekle sınırlı kaldığı görülür.

Katılımcı demokrasi anlayışı zaman zaman çeşitli partilerce savunulmuşsa da bu görüşler mevzuata ve kurumsal yapıya toplumsal gereksinim çerçevesinde yansımamıştır. Konuya ilişkin ilk düzenlemeler Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde zorunlu olarak yapılmış olup henüz sınırlı bir nitelik taşır. Çevre alanında katılım hakkını ele alan ilk hüküm çevre kanununa 2006 yılındaki değişiklikle girmiştir. Buna göre, çevre politikalarının oluşumunda katılım hakkı esastır. Bakanlık ve yerel yönetimler, meslek odaları, birlikler, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşların çevre hakkını kullanacakları katılım ortamını yaratmakla yükümlüdürler. Katılım hakkı konusunda hayati öneme sahip bilgi ve belge edinme hakkı ise, ilk kez 2004’de yürürlüğe giren Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ve buna ait yönetmelikle düzenlenmiştir. Ülkemizde katılım hakkının işlevselliği için gerekli olan demokrasi ortamının tam olarak oluşmaması, bunu yansıtan siyasal ve toplumsal kültürün bulunması, bu hakkın oldukça soyut bir düzeyde kalmasına neden olmaktadır.

• Katılım geniş anlamıyla kişilerin çevre yönetim sürecinde etkin olmaları ve rol oynamalarıdır.
• Katılım çevreye ilişkin kararların alınması ve uygulanması süreçlerinde etkin rol almaktır.
• Katılım, çevresel bilgiye ulaşma ve yargıya başvurma ile birlikte çevre hakkını gerçekleştirme aracıdır.
• Çevre Kanunu’nun 3/e maddesine göre; çevre politikalarının oluşmasında katılım hakkı esastır.
• Bakanlık ve yerel yönetimler; meslek odaları, birlikler, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşların çevre hakkını kullanacakları katılım ortamını yaratmakla yükümlüdür.
• Kanunun ilkelerinden biri de; idare, meslek odaları, birlikler ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere herkesin, çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi ile görevli olduğudur.
• Bunlar çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi konusunda alınacak tedbirlere ve belirlenen esaslara uymakla yükümlüdürler.

2872 sayılı Çevre Kanunu 30. Madde

• Çevreyi kirleten veya bozan bir faaliyetten zarar gören veya haberdar olan herkes ilgili mercilere başvurarak faaliyetle ilgili gerekli önlemlerin
alınmasını veya faaliyetin durdurulmasını isteyebilir.
• Herkes, 9/10/2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında çevreye ilişkin bilgilere ulaşma hakkına sahiptir.
• Ancak, açıklanması halinde üreme alanları, nadir türler gibi çevresel değerlere zarar verecek bilgilere ilişkin talepler de bu Kanun kapsamında reddedilebilir.

Rio Bildirgesi

• Çevresel konular her düzeyde ilgililerin katılımını gerektirir. Ulusal düzeyde, bireyler kamu otoritelerinin elinde bulunan, yerleşimlerindeki sağlığa zararlı maddeler ve faaliyetler de dahil olmak üzere çevre ile ilgili bilgilere erişme ve karar verme süreçlerine katılabilme fırsatlarına sahip bulunmalıdır.
• Ülkeler geniş bir biçimde bilgi sağlayarak kamu duyarlılığını ve katılımını teşvik etmeli ve kolaylaştırmalıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir:

Başa dön tuşu
Anasayfa »